SONRA NE OLDU
Sonra ne oldu, birer birer terk ettik sılayı, dedeyi, nineyi, babayı, anneyi, ezeyi, bibiyi, vatan ettik gurbeti. Vatan ettik de ne oldu? Rahata mı erdik? Gözümüz yolda, kulağımız orda, zamansız bir telefon çalsa uzanmaz elimiz ahizeye, ne zaman bir gurbet türküsü duysak boğazımız düğümlenir, söyleyemeyiz hasretimizi kimseye. Bazen çekilir bir köşeye için için ağlarız kaybettiklerimize. Sanki daha dün gibi,dün uğurlamışlar köyümüzden, daha yeni ayrılmışız. Sıcak tandır ekmeğinin kokusu geliyor burnumuza, eskiden Şinamtaya aşağı sivri yokuşun başına gelince köyden ekmek kokusu gelirdi burnumuza. Hala o sıcaklıkta. Sanki her şey bıraktığımız gibi duruyor yerli yerince. Şimdi toplansak hep beraber, İstanbul’dan, Bursa’dan, Ankara’dan, Antalya’dan, İzmir’den. Gitsek köyümüze acaba diyorum bıraktığımız şeyler duruyor mudur yerli yerince. Acaba neyi ararız orda? Yemekleri mi, eşyaları mı, hayvanları ,ağaçları, tarlaları, bostanları mı yoksa hiç geri gelmeyecek tanıdık sesleri mi, o yüzleri mi? Acaba oturuyor mudur, köprü başında Semeddin Dayı, Zeki Polat, Pertav Dayı, Şevket Dayı, Yarmağa… “La yegan hoş gelmişsun.”der mi? Kurban Ağa, Yasin Dayı, Sait Dayı, Medet Dayı… Merze’den köye ot, odun yüklü hayvanlarla cumaya geliyorlar mıdır? Ali Çavuş, Mehmet Dayı, Hamit Dayı, Sakallı Dursun Dayı, Nevzet dayı, Muşur Ali Dayı… Zabit Dayı mıdır suyun başında Kiskalıyla konuşan? Kavas Salih Mehmet Dayı balkonda oturuyor mudur? Belik bağda su suvarıyor mudur? Zabit Dayı, İbo Dayı, Rıdvan Dayı, Saitgilin Ali Dayı, Kasirikli Dursun Dayı… Küçük Mangelet’te göl ediyor mudur? İkram Ağa, Teyyar Ağa, Demirci Dursun, Haşim Dayı, Şeref Abi… Hotaklık yapan gençler “Göl göl oldu, yağınan ekmek gelmedi..!” diye bağırıyorlar mıdır? Cami kapısında kimler var? Muhtar Osman Dayı, Boz Mehmet Dayı, Köse Dayı, Enver Dayı, Tufan Çavuşgilun Zabit Dayı, Sofi Mustafa Dayı sırtlarını Karyağdı’nın patkalarına dayamış oturuyorlar mıdır? Acaba duymak istediklerimizin ve görmek istediklerimizin hangisini görüp hangisini duyacağız? Duymak istediklerimizi duyuyoruz hala kulağımızda Bilal Dede’nin yanık yanık okuduğu ezan sesi, Bekçet Çavuş’un, Sıddık Dayı’nın hızar sesi, geceleri bağlardan nöbet suvarırken gelen kürek sesi, gençlerin gece yarılarına kadar sokaktaki sohbet sesi. Ne güzel kaynaşırlardı, tertemiz duygularla, tek yürek sabahlara kadar kahkahalarla ne bulur, ne konuşurlardı? Nasıl da perçinlenirdi dostluklar. Tek kalemde sayarım isimlerini. Şimdi memleketin her biri, bir köşesinde. Bacalarını tüttürmeye çalışan ne göcekle ne de göceksiz yapabilen, birer gurbet kuşları… Hayırlı haberlerini alıyoruz gençlerin, zaman zaman şehirlerde bir araya geliyorlarmış. Köyümüzü yad edip hasret gideriyorlarmış. Hepsinin yüreğinde hasret ve özlem varmış. Evlenmiş yuva kurmuşlar. Bazılarının boylarınca çocukları var. Henüz köyümüzü görmemiş. Avelik dolmasını, kuymağı, keteyi, cırıhtayı, pişiyi, şalgam dolmasını etli kızamık pancarını, fatili, cadiyi bilmeyen gençlermiz, bizim çocuklarımız. Belki de yarın köyümüzü ve köylülerimizi hiç hatırlamayacak veya yad etmeyecek bizim çocuklarımız, bizim yeganlar. Görmek ve duymak istediklerimizde bir tadımlık, yine boş gönlümüzün bir köşesi, dolmuşsak eğer bir an YİNE ORAYI DÜŞÜNÜYORUZ… SELAM ORAYA, SELAM ORALIYA, SELAM ORALIYIM DİYENE…
AHMET KOÇAK
|